Akademik Güvenlik başlığına sahip bir blogda matematikten bahsetmenin sebepleri ile girizgah yapmaya gerek yok sanırım. Ben bu yazıda matematiğin sevdirilmesi konusunda bir kaç not paylaşacağım.
Jerry P. King, Matematik Sanatı adlı kitabında öğrencilere matematiğin sevdirilmesi için kullanılabilen iki ana yöntemden bahsediyor. Bu yöntemlerden birincisi ve daha çok tercih edileni matematiğin ne kadar yararlı olduğunu belirtmek. Mesela mühendislik öğrencilerinin ileride bu matematiği ne kadar yoğun bir şekilde kullanacağından bahsetmek vs. King bu birinci yöntemin matematiğin sevdirilmesi ve öğrenilmesi için etkili olamadığını söylüyor. Öğrencilerin şu anki matematik bilgisi ve görgüsü düşünüldüğünde çok da haksız sayılmaz.
İkinci yöntem ise matematiğin estetik ve sanatsal yönüne vurgu yapmak. King kitabında bazen takip edilmesi zor felsefi tartışmalara girse de herhangi bir matematiksel düşüncenin estetik niteliğini ölçmek için kullanılmasını önerdiği “minimal tamlık” ve “maksimal uygulanabilirlik” ilkeleri anlaşılabilir nitelikte. Kök 2’nin irrasyonal olduğunun ve sonsuz sayıda asal sayı bulunduğunun ispatları ve eiπ+1=0 eşitliği gibi örnekler yazarın bu ilkelerle ne demek istediğini net olarak ortaya koyuyor.
Fakat kitabın satır aralarında matematiğin sevdirilmesi için kullanılabilecek üçüncü bir yöntem daha gizli. Bu üçüncü yöntemin ne olduğu hakkında bir ipucu vermesi amacıyla yazarın başından geçmiş bir anısını mümkün mertebe kısaltarak aşağıya alıntılıyorum:
Bir spiker araya girdi ve heyecanını belli etmemeye çalışarak günün önemli olayına ait son haberleri vermeye, Three Mile Adasındaki nükleer santralde meydana gelen sızıntı tehlikesi yüzünden bölgeyi boşaltma planlarını anlatmaya başladı.
…
İki hafta sonra fakülte yemek salonunda öğle yemeğine gitmiştim. Yemekte yanıma iki genç asistan profesör oturmuştu: sosyoloji bölümünden genç bir bayan, fizik bölümünden genç bir bay. Three Mile adasından konuştuk.
… Sosyolog bayan konuşmaya başladı. … Geçmişteki nükleer felaketlerden ve gelecekteki potansiyel felaketlerden bahsetti…. Oppenheimer’in ünlü “Artık ben dünyaları yok eden ölüm oldum” sözlerini tekrarladı… Elektrik enerjisi için duyulan ilginin insanlar için duyulan ilgiden üstün tutulmasına yol açan kapitalist açgözlülükten ve tökezleyen ahlak kurallarından söz etti….
Fizikçi de sessiz ve hareketsiz dinliyordu. Sosyolog konuşmasını bitirdiğinde ona sakin sakin:
-Konuştuklarınız hakkında bir şey bilmiyorsunuz.
dedi.
Sosyolog sinirlendi ve
– …
Fizikçi daha da sakin bir şekilde
– Benim söylemek istediğim o değil.
– Nedir öyleyse?
Ceketinin cebinden ufak bir not defteri ve eski bir dolmakalem çıkardı… Bir şeyler yazdı ve ona verdi. O da göreceğim bir şekilde bana uzattı. Fizikçi tek bir denklem yazmıştı:
dy/dt = ky
– Peki ne var bunda?
Fizikçi, defteri göstererek “Bunun anlamını biliyor musunuz? diye sordu.
– Ben matematikçi değilim.
– Ben de değilim. Bunu anlamak için matematikçi olmak gerekmez. Bunu üniversitenin birinci sınıflarında öğretiyoruz. Dekana sorun isterseniz.
Sosyolog hanım bana baktı, ben yine başımı salladım.
Şimdi fizikçinin sesinde hafiften bir üstünlük seziliyordu:
– Bu nükleer bozulmayı açıklayan bir diferansiyel denklemdir. … Basit işlemler uygulayarak bu ifadeden nükleer maddenin yarı ömrünü saptayabiliriz. Bütün bunları anlamıyorsanız gelecekteki sağlık sorunları hakkında konuşamazsınız. Ve siz de anlamıyorsunuz. Bütün söyledikleriniz boş laf, hepsi hava cıva.
Durdu, çayından bir yudum aldı. Sosyolog yine bana baktı. Şaşırmış ve çaresizdi.
Fizikçi:
-Size denklemin çözümünü de yazabilirim, ama onu da anlayamazsınız.
Sosyolog bir şey söylemeden kalktı, masayı ve odayı terk etti.
Anı burada bitiyor. Ne dersiniz “hayatınızda bir kez bile olsun kendinizi Fizikçi yerinde düşünün” demek matematik konusunda öğrencileri motive edici olur mu?
Yine kitaptan bir alıntı ile bitireyim.
N tipi (örneğin yukarıdaki sosyolog) insanlar M tipi (matematikten yararlanma kolaylığına sahip) insanlar ile bilim ve teknoloji konularında tartışamazlar. Çünkü her zaman kaybederler… Evet, haklı olduklarında bile kaybederler.